30 Kasım 2014 Pazar

2 gündür ishal, kusma, baş ağrısı,  kas ağrısı vardı. KDV ler bitince şöyle bir güzel hasta olayım dedim. Sabah apache filmi izledim. Bitincede şaban oğlu şaban vardı. Gülmekten öldüm her zamanki gibi...

15 Nisan 2013 Pazartesi

2023 yılı ve sonrası

Sanırım 2 alternatif var Türkiyenin önünde...
Ya küçülecek yada büyüyecek. Küçülme şimdilik çok çok az ihtimal. Hatta sıfıra yakın..Büyüme çok büyük ihtimaldirki gelecek bunun üzerine kurgulanmış. ABD güç, İngiltere Beyin ve İsrail para ile dünyayı yönetme alışkanlığı ve refleksleriyle kan emiciliğe devam etmek isteyecektir.
Bu emperyal devletler  sizden 1 verip 3-5 almadan size büyüme şansı verirlermi. Benim 6 yaşındaki yeğenim dahi kanmaz buna... Keza çok akıllıdır bıcır. Gelecekte olabilecekleri önceden düşünüp önlem alacağım , belediye başkanı olunca diyecek kadarda duyarlı. Keza düşünüyorumda RTE sanırım 2-3 yıl içinde   Türki milletlerinin tümünün kaderini uzun yüzyıllar sürecek şekilde belirleyecek.  Ve hatta ortadoğunun . Abartılı belkide ama bir dünya savaşı çıkacasa sanırım bunu müsebbibide biz olmayız inşallah  ;  geleceğe atacağımız GDO  lu planlarla....BOP  eşbaşkanı acaba 100 yıl sonrasını  kafasında şekillendirdimi yoksa yeğenimden  0 alıp sınıftamı kalacak. Kahvekanelerde bile sorsanız bir bilen siyasetçi vatandaşlarımız dahi  önce büyüyeceğiz sonra küçüleceğiz diyecektir. Çok barizdirki size önce misakı milli sınırları sevincini yaşatmak isteyeceklerdir.
Barizdirki suriyeyi - ırakı 3 parçaya ayırdıktan sonra sıra tabiyki İrana gelecektir.
İran bir nebze de olsa suriye ve ırak ilk etapda  türkiyeye katılacak toprak parçaları olarak mevcut gibi.
Peki RTE önce başkanlık deyip sonra yarıbaşkanlık sistemine dönmesi malum. Peki bu durumda devam eden kürt süreci  5-6 parçalık federatif  sistemle sonuçlanırsa gelecek nasıl şekillenir. Bunu  iyi analiz etmezsek  doğu geçmişin balkanları olabilir.. Buda bağımsızlık ilan eden bir Kürdistan olursa ve birleşmiş milletler onayı ve korumasına kavuşan bir devletcik  olura  Türkiye ne yapacaktır. Ya kuruğunu kısıp  yuvasına dönecek ve  idam sehpasına giden lazın dediği gibi buda bana ders olsunmu diyecek. Veya kandırılmışlığın tüm hırsı ile yeni  Enver paşalarmı yaratacağız. Buda malum  savaş demekse  İsrail sanırım bize destek verir , hatta ABD , hatta arap devletleri dimi….   Hadi canım    olurmu öyle şey  İsrail mutlaka kürdistanın yanında yer alacaktır diyorsunuz kızgınlıkla     Doğru kararları , anayasa oylamalarını , seçim oylarını  genelde  basın yönlendirmesiye belirleyen bizler  hemen neden küsüp kızıyoruzki… Benim yeğenim  geleceği önceden tasarlamalıki sonradan üzülmeyelim derken haksızmı….
2015 de ermeni yasası içinde  sıkı bir siyaset çarpışması olacak malum. Varsayalım aleyhte sonuçlanan  bir  durumda ödenecek  meblağ ve  arazilerin  durumu ne olacaktır. Bu arada meclisten geçmekte olan petrol yasasıda malum. Vakıflar yasası önümüzde  sıkıntı yaratabilecek şekilde hala netleşmemiş duruyor. Sur içinde dahi çok büyük toprak parçalarını veya kira bedellerini ödemek zorunda kalabiliriz veya vakıflara devredebiliriz.
Bunlar vs. konular küçük ayrıntılar gibi gözüksede  hükümetin sanırım  pazarlık gücünü azaltıyor. Komplosal bir  fikir cimnastiği yaparsak  eğer federatif sistem kendi petrolünü , madenini çıkaracaksa   bu gelir nasıl paylaşılacak.  Doğu , güneydoğu petrolleri yabancılara tanınacak  arama haklarıyla nasıl  şekillenecek. Malum askerlik   efsaneleridir ; petrol bulunan köylere hemen devletden  yada Amerikalılardan birileri  gelip  beton dökerler ..
Peki hakikaten bu betonlama varsa biz kazıklanacakmıyız. Yok canım bu kadarda komplo ancak  yunan mitolojilerinde olur.
500.000  lik Evangelist tarikatının  ortadoğudan çıkartmak istediği  isa Mesih ile ilgili  inançlarına biraz göz atarsanız   beklentilerindeki tarihler  size biraz  şaşırtıcı gelecek.  Çünkü   2060 ların  ilk çatırdamalara  gebe olacağını söyler evangelistler.İyi ve kötü savaşı Mesih için ilk işaretdir. Buda Armageddonun başlamasıdır.
Petrolde maalesef 2050 den sonra çok azalacak bilim adamlarınca. Ne tesadüf.
Malumunuz ABD yi yöneten Neoconlar evangelistdir. Evangelistlerinde para kaynağı ve yöneticileri Yahudiler.  Büyük İsrail projesi ( Bence BOP) bakalım nasıl gelişecek…
Bunlar  malumunuz bir çok kitapda mevcut bilgiler. Ama kitap okumayı sevmeyen  bizlere özetler lazım. İnşallah şık bir özet olmuştur. Yanılırsam  çok mutlu olacağım yeğenimin  gelecekteki  yaşamının sıkıntı şekillenmesini istemediğim  için…


mitolojimi gerçekmi ...... !

Tıpkı ateşi çalıp insanlığa armağan eden Tanrı Prometeus gibi, Toprak Ana’mızın ta kendisi olan Tanrıça Demeter de, dünyamıza armağan ettiği buğdayla hem insanoğlunu besler, hem de bir ana olarak son demde onu topraktan koynuna buyur ederdi. Ve onu, daha önce koynuna aldıklarıyla birlikte harmanlar; sonra da kökleriyle beslenen başka bitki bedenlerine gönderip günışığında yeniden yaşama döndürürdü. O yüzden Demeter’in topraktan ürettiği ağaçlar; kesildikleri ya da dalları, çiçekleri koparıldığı zaman ağlarlar, inlerlerdi. Hattâ gövdelerinden özsu denen renksiz kan akardı. Zaten antikçağın soylu sanatçıları da; ağaç bedenlerinde yaşayan ve Driyad adını verdikleri perikızlarının geceleri ormanlarda el ele tutuşup dans ettiklerini görürler ve yaşama sevincini dillendiren ezgilerini dinlerlerdi. Sonra da bu duyup gördüklerini mermerlere, tuvallere işlerler; şiirlerinde söz ve musikiye dönüştürürlerdi... 
Ve Tanrıça Demeter de bu yüzden bütün bu ağaçların, bitkilerin üstünde titrerdi... Zaten o yüzden de Teselya bölgesinde aşkla bağlı olup özenle kol kanat gerdiği bir ormanı vardı... Ölüm tanrısı acımasız Hades’in kaçırdığı ve Yeraltı Dünyası’na kapattığı kızı Persefone’nin hasreti ağır bastığı günlerde Demeter, Olimpos’tan inip bu ormana gelir, ağaçların bedenlerinde yaşayan perikızlarıyla yarenlik eder; onların dillendirdiği ezgiler ve danslar arasında efkar dağıtırdı. Bu ormanın bazı yerlerinde şırıl şırıl sular akıtan dereler de vardı. Hele bir ulu çınar ağacı da vardı ki, tanrıça her gelişinde onunla biraz hoşbeş etmeden ayrılmazdı oralardan... 
İşte bu ormanın övgüsünü duyan Teselya Kralı Erisihton (Erysikhton), bir gün eli baltalı köleleriyle oraya çıkageldi. Ve Demeter’in en sevdiği o ulu çınarı kestirmekle işe başlamak istedi. Ne var ki ulu çınarı elindeki baltasıyla kesmesini buyurduğu kölesi, yaşamında ilk kez; “Baksanıza, çınar ağlıyor, ‘beni kesmeyin’ diye inliyor” diye krala karşı çıktı! Bunun üzerine Kral Erisihton da kendine direnen kölesinin kafasını uçurdu hemen! Sonra da bu ulu çınarı devirme buyruğunu verdi kölelerine. Bütün gönülsüzlüklerine karşın onlar da, baltalarını ağacın beline beline vurmaya başladılar. Daha ilk baltalarda çınarın bedeninde yaşayan bir Driyad, tanrıçası Demeter’i yardımına çağırdı uzun bir çığlıkla. Tanrıça da yaşlı bir kadın kılığında apar topar gözü gibi sevdiği ormanına geldi. Ve elindeki bir demet haşhaş çiçeğiyle kralın karşısına çıktı: “Bak oğlum,” dedi ona bütün sevecenliğiyle. “Tanrıça Demeter’in bu çok sevdiği ağaca kıyma! Tanrıça çok üzülür, öfkelenir. Sonra öfkesi de çok yaman olur!” 
Kral Erisihton, ihtiyar kadını bütün hoyratlığıyla tersledi: “Bak kocakarı!” dedi. “Çekil karşımdan! Yoksa senin de kelleni baltamla uçurturum! Sonra ben kralım ve benim yanımda Tanrıça Demeter de kim oluyor ki? Bütün bu ormanı kestireceğim! Kendim ve yandaşlarım için büyük bir yemek ve eğlence sarayı yapatıracağım. Anladın mı şimdi?” 
“ Demek yiyip içmek için bütün bu kırım, öyle mi? Peki, bundan sonra daha çok yiyip içeceksin!” dedi yaşlı kadın kılığındaki Tanrıça Demeter ve aniden kayboldu! 
Demeter hemen açlık tanrıçası Fames’e haber saldı. Kral Erisihton’un içine hiç doymayan bir açlık ve üstelik yedikçe daha da acıktıran bir arzu yerleştirmesini rica etti. Uzun saçlı, fırlak gözlü, zayıflıktan her tarafında kemikleri görünen açlık Tanrıçası Fames de hemen o gece gelip uyayan kralın içine bir açlık üfleyip gitti... Ama öyle sıradan değil, karşı konulamaz bir açlıktı bu! Zaten kral da hemen fırladı yatağından; hizmetçilerinden yemek ve içecek istedi can havliyle... Yedikçe iştahı şahlanıyor, içtikçe susuyordu... 
Kralın bu durmadan yeme-içme doymazlığı kısa zamanda bütün sarayda duyuldu. Bu arada üzüm bağlarının ve şarabın tanrısı Diyonisos da, çok beğendiği Demeter’in o haklı bulduğu öfkesine ortak oldu. Bu ağaç düşmanı aç gözlü krala uygulaycakları cezayı birlikte yönlendirmeye başladılar... Bu yüzden buyruğundaki onlarca hizmetçi krala ne yemek, ne de şarap yetiştirebiliyordu! Kral, sarayında ne var ne yoksa, kısa zamanda yedi içti... Halka gittikçe artan vergiler yükledi; artık halk da ürettiğinin neredeyse tümünü ona vermek zorunda kaldı... 
Çevresinde ne var ne yoksa silip süpüren kral, yalnızca halkın ürettiklerini değil, ülkenin bütün hayvan ve su kaynaklarını da kendi tekeline aldı. Gene de ülkenin toprağı, havası, suyu ona yetmez oldu... Sonunda bu doymaz kral; kentin en büyük meydanında halktan gene yiyecek dilenirken, açlık duygusu öylesine ağır bastı ki artık dayanamadı; kendini parçalayıp yedi... 
Ne var ki Kral Erisihton’un bu doymazlık hastalığı, kendinden sonraki tekmil kralların ve de egemenlerin iflah etmez hastalığına dönüştü... Ve halklar; dünyamızın havasını, suyunu ve ışığını tüketircesine ürettikleriyle bile, gittikçe daha da acıkan bu kral ve egemenleri bir türlü doyuramaz oldu...
 
 
Ah  kendini tüketen dünyamız  Famesi ayağa kaldırmamalıydık...

bir tespit

Osmanlı İmparatorluğu’nda kademeli olarak önce kontrolü, sonra iktidarı eline geçiren İttihat ve Terakki Cemiyeti, özünde Yahudi militanları ve sermaye güçlerinin ideolojik ve pratik öncülüğünü ifade eder. Cemiyette diğer milliyetlerden kurucular ve yöneticilerin rolü belirleyici değildir. Türk ve Kürt katılımcılar da buna dahildir. Türk ve Kürt öğeler daha çok Yahudi etkinliğinin maskeleyicisi rolünü oynadılar. Kuruluşunda cumhuriyetin ulusal kurtuluşçu yönü kadar demokratik kurtuluş yönü de vardı. Devrim olarak başlangıçta demokratik ulusal güçlerin

ittifakı ile başarılmıştı. Komünistler, islam ümmetçileri, Çerkezler, Kürtler ve Türklerden oluşan bir ittifak söz konusuydu. Fransız ve Rus Devrimlerinde olduğu gibi, Anadolu Devriminde de demokratik ulus karakterli yapı komplocu yöntemlerle diktatoryal ulus devlete dönüştürüldü. Burada da başrolü oynayan İngiliz hegemonyacılığıydı. Fakat cumhuriyet ulus devletçiliğinde sadece demokratik ulusal unsurlar tasfiye edilmedi. Yine öncü rol oynayan beş paşadan Mustafa Kemal dışındakilerin tasfiyesiyle de yetinilmedi. İngiltere’nin yeniden düzenlemek istediği Ortadoğu’daki minimal (İngiliz hegemonyasında kalacak büyüklükte ulus devletler) ulus devlet sisteminin köşe taşlarından olan Türkiye Cumhuriyeti, Ulusal kurtuluş savaşında düşünülenden çok farklı biçimde, adeta yeniden tasarlanıp inşa edildi. İsrail’in kuruluşuna giden yolda Pro-İsrail (İsrail öncesi devlet) bir devlet olarak kurgulandı. Musul-Kerkük meselesi (Kürdistan’ın parçalanması) bu konuda bir manivela olarak kullanıldı. Mustafa Kemal Paşa’nın önüne konulan ‘ya cumhuriyet ya Musul-Kerkük’ ikilemi bu anlama gelmekteydi. Burada da bir taşla iki kuş vuruluyordu. Hem Musul-Kerkük alınıyor (Misak-ı Milli’ye aykırı olarak) hem de orada İsrail’in kuruluşuna giden yolda bir ikinci Proto-İsrail Kürt oluşumunun temeli atılıyordu. Büyük Kuzey Kürdistan parçası ise cumhuriyet tarihi boyunca kan revan içinde bırakılarak kıpırdayamaz hale getirildi.

Kendi ümmet dincileriyle, baş müttefiki komünistlerle ve Kürtlerle sürekli kavgalı olan, onların varlığını sürekli inkar eden, sık sık provokasyonlarla imha ve idam eden bir cumhuriyetin gelişme ve büyüme şansı elbette olamazdı. Küçük bir azınlık olan bürokratik Türk burjuvazisiyle Yahudi unsurların bu yeni sınıf jargonuna Beyaz Türkler denilmektedir. Bunlar laik milliyetçiliği çok katı bir din olarak benimseyip, cumhuriyetin tüm demokratik unsurlarını ötekileştirmişlerdi. Cumhuriyet tarihi bu özün korunmasından ibarettir. Menderes, Özal, Erbakan ve Ecevit gibi bazı devlet adamları cumhuriyetin bu özünü biraz aşıp, içerde demokratikleştirme, dışarıda ise Ortadoğu’da minimalizmi aşıp maksimize etme sürecine girmek istediklerinde hemen tasfiye edildiler. Minimal diktatoryal özün ‘tunç kanunu’ ısrarla korundu. Bunun için Kürtlere, müslümanlara ve komünistlere, hatta Çerkezlere yönelik provokasyonlar ve komplolarla tasfiyeler sürekli gündemde tutuldu. Katliamlar, tutuklamalar ve idamlar hiç eksik olmadı. NATO’ya girildi. 1952’den bu yana Türkiye’yi fiilen Alman merkezli gladio adlı gizli NATO ordusu yönetti. Ordu vesayeti ve darbeleri denilen süreçlerin arkasında hep gladio vardı. Gladio yönetimi için sağ-sol, Alevi-Sünni, Türk-Kürt gerginlikleri sürekli çözümsüz bırakılarak askeri ve sivil diktatörlüğe gerekçe kılındı. 1925’ten sonra benzer rolü Kürtlere yönelik provokasyonlar oynuyordu. Soğuk savaştan sonra Türkiye Cumhuriyeti’ne yeni roller biçilmek istendi. Ne de olsa İsrail’in kuruluşu tamamlanmış, Ortadoğu’daki hegemonya ilerleme sağlamıştı. Sovyet Rusya tehdidi ortadan kalkınca (1990), Ortadoğu’da ABD’nin tam hegemonyası için tarihi gün doğmuştu.

Bu tarihi günün önemini anlamak için temel göstergemiz yine İsrail’in konumu olmak durumundadır. İsrail kurulmuş, ama güvenlik sorunları halledilememişti. Arap milliyetçiliği tarafından her an yutulabilirdi. Bunun için kalıcı müttefiklere, yeni strateji ve taktiklere ihtiyacı vardı. 1920’lerde Türkiye Cumhuriyeti’nde Beyaz Türk ulus devletçi diktatörlüğün oynadığı rolü bu sefer Kürdistan’da Beyaz Kürt ulus devletçiliği oynayacaktı. 1990’lar dönemi ikinci bir 1920’ler dönemidir. 2000’lerin başlangıç yıllarındaki İkinci Körfez Savaşı için de aynı şeyleri söyleyebiliriz. 1990’ların başlarında Sovyetler Birliği’nin çözülüşü, kapitalist dünya hegemonyası (önder güç ABD) için yeni bir düşman belirleme sorununu ortaya çıkarmıştı. Sonuçta İsrail’in güvenliği temel alınarak, islam radikalizmi yeni tehdit veya düşman olarak ilan edildi.

Açığa çıkan bu yeni gerçeklik, İsrail’in bölgedeki konumu üzerinde yeniden düşünmeyi zorunlu kılmaktadır. İsrail’in inşası herhangi bir bölge ulus devletinin inşası değildir, olamaz da. İsrail sadece bir Yahudi ulus devleti de değildir. Böyle anlaşılmakla yetinilemez. İsrail’in kuruluşuna giden süreci yeniden göz önüne getirdiğimizde, Siyonist Kongre’nin toplanması (1896), Sultan Abdülhamit’in kıskaç altına alınması (1876-1909), II. Meşrutiyet darbesi, 31 Mart 1909’da Abdülhamit’in düşürülüşü, 1 Ocak 1913’te İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin bir darbe ile iktidarı ele geçirmesi, 1914’te bir oldubittiyle I. Dünya Savaşı’na girilmesi, Sykes-Picot Antlaşması temelinde Ortadoğu’nun İngiltere ile Fransa arasında parçalanması, Balfour Deklarasyonu (1917 Filistin’de bir Yahudi yurdunun, İsrail’in kurulması planı), Filistin’de İngiliz mandacılığının kurulması ve TBMM’nin ilanı (aynı tarih, 1920), Ulusal kurtuluş savaşı sonrasında Lozan Antlaşması’nın kabulü ile birlikte Beyaz Türk ulus devletçiliğinin demokratik ulus cumhuriyetçiliğini tasfiye edip (Ulusal kurtuluş savaşındaki ittifakı dağıtma ve azınlık diktatörlüğünü kurma) CHP diktatörlüğünü kurması (1923), 15 Şubat 1925’te Şeyh Sait’in provoke edilmesiyle Kürt katliamları sürecinin başlatılması (1925-38), İngiltere-TC ittifakı (1939), İsrail’in kuruluşunun resmen ilanı (1948), TC’nin NATO’ya girişi (1952), 27 Mayıs darbesi (1960), 12 Mart darbesi (1971), 12 Eylül darbesi (1980), Çiller-Demirel darbesi (1993), Çevik Bir darbesi (1998) ve en son Ecevit’e darbe ve AKP’nin hükümete getirilişi (2002), bunlara ek olarak I. (1990) ve II. Körfez Savaşları (2001’de görünüşteki Afganistan’ın işgali, aslında II. Körfez Savaşı ve Irak’ın işgali için hazırlanan bir prova niteliğindedir) gibi olayların ve benzer birçok olayın birbirlerine zincirlemesine bağlı ve İsrail eksenli olduklarını görürüz. Ayrıca bölgede kurulan ulus devletleri de (bunlar için ayrı bir bölüm gerekir) bu olaylar bağlamında düşünmek ve bu zincire eklemek gerekir. Kilometre taşları niteliğindeki tüm bu olayların iç bağlantısına girmeden rahatlıkla diyebiliriz ki, İsrail’in inşa süreci, bölgede Anglosakson hegemonyasının gelişmesinin temel göstergesi durumundadır. İsrail, Osmanlı İmparatorluğu’nun bilinçli yıktırılışından sonra bölgenin yeni hegemonyasının çekirdek gücü olarak tasarlanmış ve inşa edilmiştir. İngiltere-ABD hegemonyası dünyada neyse, bölgenin yeni hegemonik gücü olan İsrail de Ortadoğu için odur. İsrail küçük bir Yahudi ulus devleti değildir sadece, büyük bir hegemonik güçtür.

10 Şubat 2013 Pazar

termaldeyiz ocak 2013

bir gün önceki kar c.tesi yağmurla erimeseydi değişik bir keyif olurdu açıkhavadaki havuzda. bu havuzda 1925 li yıllarda  yüzme yarşları yapılırmış