15 Nisan 2013 Pazartesi

mitolojimi gerçekmi ...... !

Tıpkı ateşi çalıp insanlığa armağan eden Tanrı Prometeus gibi, Toprak Ana’mızın ta kendisi olan Tanrıça Demeter de, dünyamıza armağan ettiği buğdayla hem insanoğlunu besler, hem de bir ana olarak son demde onu topraktan koynuna buyur ederdi. Ve onu, daha önce koynuna aldıklarıyla birlikte harmanlar; sonra da kökleriyle beslenen başka bitki bedenlerine gönderip günışığında yeniden yaşama döndürürdü. O yüzden Demeter’in topraktan ürettiği ağaçlar; kesildikleri ya da dalları, çiçekleri koparıldığı zaman ağlarlar, inlerlerdi. Hattâ gövdelerinden özsu denen renksiz kan akardı. Zaten antikçağın soylu sanatçıları da; ağaç bedenlerinde yaşayan ve Driyad adını verdikleri perikızlarının geceleri ormanlarda el ele tutuşup dans ettiklerini görürler ve yaşama sevincini dillendiren ezgilerini dinlerlerdi. Sonra da bu duyup gördüklerini mermerlere, tuvallere işlerler; şiirlerinde söz ve musikiye dönüştürürlerdi... 
Ve Tanrıça Demeter de bu yüzden bütün bu ağaçların, bitkilerin üstünde titrerdi... Zaten o yüzden de Teselya bölgesinde aşkla bağlı olup özenle kol kanat gerdiği bir ormanı vardı... Ölüm tanrısı acımasız Hades’in kaçırdığı ve Yeraltı Dünyası’na kapattığı kızı Persefone’nin hasreti ağır bastığı günlerde Demeter, Olimpos’tan inip bu ormana gelir, ağaçların bedenlerinde yaşayan perikızlarıyla yarenlik eder; onların dillendirdiği ezgiler ve danslar arasında efkar dağıtırdı. Bu ormanın bazı yerlerinde şırıl şırıl sular akıtan dereler de vardı. Hele bir ulu çınar ağacı da vardı ki, tanrıça her gelişinde onunla biraz hoşbeş etmeden ayrılmazdı oralardan... 
İşte bu ormanın övgüsünü duyan Teselya Kralı Erisihton (Erysikhton), bir gün eli baltalı köleleriyle oraya çıkageldi. Ve Demeter’in en sevdiği o ulu çınarı kestirmekle işe başlamak istedi. Ne var ki ulu çınarı elindeki baltasıyla kesmesini buyurduğu kölesi, yaşamında ilk kez; “Baksanıza, çınar ağlıyor, ‘beni kesmeyin’ diye inliyor” diye krala karşı çıktı! Bunun üzerine Kral Erisihton da kendine direnen kölesinin kafasını uçurdu hemen! Sonra da bu ulu çınarı devirme buyruğunu verdi kölelerine. Bütün gönülsüzlüklerine karşın onlar da, baltalarını ağacın beline beline vurmaya başladılar. Daha ilk baltalarda çınarın bedeninde yaşayan bir Driyad, tanrıçası Demeter’i yardımına çağırdı uzun bir çığlıkla. Tanrıça da yaşlı bir kadın kılığında apar topar gözü gibi sevdiği ormanına geldi. Ve elindeki bir demet haşhaş çiçeğiyle kralın karşısına çıktı: “Bak oğlum,” dedi ona bütün sevecenliğiyle. “Tanrıça Demeter’in bu çok sevdiği ağaca kıyma! Tanrıça çok üzülür, öfkelenir. Sonra öfkesi de çok yaman olur!” 
Kral Erisihton, ihtiyar kadını bütün hoyratlığıyla tersledi: “Bak kocakarı!” dedi. “Çekil karşımdan! Yoksa senin de kelleni baltamla uçurturum! Sonra ben kralım ve benim yanımda Tanrıça Demeter de kim oluyor ki? Bütün bu ormanı kestireceğim! Kendim ve yandaşlarım için büyük bir yemek ve eğlence sarayı yapatıracağım. Anladın mı şimdi?” 
“ Demek yiyip içmek için bütün bu kırım, öyle mi? Peki, bundan sonra daha çok yiyip içeceksin!” dedi yaşlı kadın kılığındaki Tanrıça Demeter ve aniden kayboldu! 
Demeter hemen açlık tanrıçası Fames’e haber saldı. Kral Erisihton’un içine hiç doymayan bir açlık ve üstelik yedikçe daha da acıktıran bir arzu yerleştirmesini rica etti. Uzun saçlı, fırlak gözlü, zayıflıktan her tarafında kemikleri görünen açlık Tanrıçası Fames de hemen o gece gelip uyayan kralın içine bir açlık üfleyip gitti... Ama öyle sıradan değil, karşı konulamaz bir açlıktı bu! Zaten kral da hemen fırladı yatağından; hizmetçilerinden yemek ve içecek istedi can havliyle... Yedikçe iştahı şahlanıyor, içtikçe susuyordu... 
Kralın bu durmadan yeme-içme doymazlığı kısa zamanda bütün sarayda duyuldu. Bu arada üzüm bağlarının ve şarabın tanrısı Diyonisos da, çok beğendiği Demeter’in o haklı bulduğu öfkesine ortak oldu. Bu ağaç düşmanı aç gözlü krala uygulaycakları cezayı birlikte yönlendirmeye başladılar... Bu yüzden buyruğundaki onlarca hizmetçi krala ne yemek, ne de şarap yetiştirebiliyordu! Kral, sarayında ne var ne yoksa, kısa zamanda yedi içti... Halka gittikçe artan vergiler yükledi; artık halk da ürettiğinin neredeyse tümünü ona vermek zorunda kaldı... 
Çevresinde ne var ne yoksa silip süpüren kral, yalnızca halkın ürettiklerini değil, ülkenin bütün hayvan ve su kaynaklarını da kendi tekeline aldı. Gene de ülkenin toprağı, havası, suyu ona yetmez oldu... Sonunda bu doymaz kral; kentin en büyük meydanında halktan gene yiyecek dilenirken, açlık duygusu öylesine ağır bastı ki artık dayanamadı; kendini parçalayıp yedi... 
Ne var ki Kral Erisihton’un bu doymazlık hastalığı, kendinden sonraki tekmil kralların ve de egemenlerin iflah etmez hastalığına dönüştü... Ve halklar; dünyamızın havasını, suyunu ve ışığını tüketircesine ürettikleriyle bile, gittikçe daha da acıkan bu kral ve egemenleri bir türlü doyuramaz oldu...
 
 
Ah  kendini tüketen dünyamız  Famesi ayağa kaldırmamalıydık...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder